ARAMA MOTORU

12 Aralık 2009 Cumartesi

HADISLER ISIGINDA SEHITLER

Hadis No : 1138


Ravi: Ebu Hüreyre

Tanım: Resulullah (sav) sordular: "İçinizden kime şehid dersiniz?" "Ey Allah'ın Resulü," dediler, Allah yolunda öldürülen şehiddir." "Öyleyse," dedi, Resulullah (sav), "ümmetimin şehidleri azdır." "Peki," dediler, "daha kimler şehiddir, ey Allah'ın Resulü?" "Allah yolunda öldürülen şehiddir. Allah yolunda ölen şehiddir. Taunda ölen şehiddir. Karnı sebebiyle ölen şehiddir, boğularak ölen şehiddir."



Kaynak: Müslim, İmaret 165, (1915); Muvatta, Salatu'l-Cema'a 6, (1, 131); Tirmizi, Cenaiz 65, (1063)




--------------------------------------------------------------------------------




Hadis No : 1139

Ravi:

Tanım: İmam Malik ve Tirmizi'nin kaydettikleri bir rivayette Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "Şu beş kişi şehiddir, (deyip önceki hadiste geçenleri saydıktan sonra): Yıkıntı altında kalan da şehiddir" diye ilave etti. Hz. Cabir (ra)'den gelen bir rivayette: "Karnında çocuğu olduğu halde ölen kadın da şehiddir" buyrulmuştur. Abdullah İbnu Amr İbnu'l-As (ra) tarafından rivayet edilen bir diğer sahih hadiste: "Malını müdafaa ederken öldürülen şehiddir" buyurulmuştur.



Kaynak: Muvatta, Salatu'l-Cema'a 6, (1, 131); Tirmizi, Cenaiz 66, (1063)











--------------------------------------------------------------------------------









Hadis No : 1140

Ravi: Ümmü Haram

Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Deniz tutması sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehid sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehid sevabı vardır."



Kaynak: Ebu Davud, Cihad 10, (2493)











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1141

Ravi: Said İbnu Zeyd

Tanım: Resulullah (sav)'ı dinledim şöyle buyurdular: "Kim malını müdafaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim kanını müdafaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim dinini müdafaa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim ailesini müdafaa sırasında öldürülürse o da şehiddir."





Kaynak: Tirmizi, Diyat 22, (1418, 1421); Ebu Davud, Sünnet 32, (4772); Nesai, Tahrim 22, (7,115,116); İbnu M











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1142

Ravi: Ebu Sellam

Tanım: Ebu Sellam, sahabeden birinden rivayet etmektedir: "Cüheyne'den bir mahalle üzerine baskın yaptık, Müslümanlardan biri, (teke tek vuruşmak üzere) onlardan bir adam taleb etti. (Bir cengaver gelince) hemen kılıncıyla saldırıya geçti. Ancak hata yaptı ve kılıncı kendisine isabet etti. Resulullah (sav): "Ey Müslümanlar, kardeşinize (yardım edin)" diye bağırdı. Halk ona doğru koşuştu. Ama ölmüştü. Hz. Peygamber (sav) onu elbisesi ve kanı ile birlikte sardı, üzerine namaz kıldı ve defnetti. "Ey Allah'ın Resulü, bu şehid midir?" diye sordular. "Evet o şehiddir ve ben ona bu hususta şahidim" cevabını verdi."





Kaynak: Ebu Davud, 40, (2539)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1143

Ravi: Irbaz İbn Sariye

Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Şehidlerle yataklarında ölenler, taundan ölenler hakkında Cenab-ı Hakk'a birbirlerini şikayet ederler. Şehidler: "Onlar bizim kardeşlerimizdir, onlar da bizim gibi öldürüldüler!" derler. Yataklarında ölenler de: "Onlar bizim kardeşlerimizdir, bizim gibi öldüler!" derler. Rabbimiz onlara şöyle seslenir: "Yaralarına bakın, öldürülenlerin yaralarına benziyorlarsa onlardandırlar ve onlarla beraber olurlar!" Bakılır ve onlardaki yaranın, öbürlerininki gibi olduğu görülür."



Kaynak: Nesai, Cihad 36, (6, 37-38)











--------------------------------------------------------------------------------









Hadis No : 1144

Ravi: İbnu Ömer

Tanım: (Babam) Ömer İbnu'l-Hattab (ra) şehid olduğu halde yıkandı, kefenlendi, üzerine namaz kılındı.



Kaynak: Muvatta, Cihad 36, (2,463)











--------------------------------------------------------------------------------









Hadis No : 0999

Ravi: Enes

Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehid böyle değil. O, mazhar olduğu ikramlar sebebiyle yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı temenni eder" Bir rivayette şu ziyade mevcut: "... Şehid hariç, o, şehidlik sebebiyle mazhar olduğu üstünlükler ve kerametler sebebiyle... (dönmek ister)"



Kaynak: Buhari, Cihad 5, 21; Müslim, İmaret 108, 109, (1877); Tirmizi, Fedailu'l-Cihad 13, (1643); Nesai, Ci













Hadis No : 1000

Ravi: İbnu Ebi Umeyre

Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah yolunda öldürülmem; bana bütün evlerde ve çadırda yaşayanların benim olmasından daha sevgilidir."



Kaynak: Nesai, Cihad 30, (6, 33)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1001

Ravi: Muğire

Tanım: Muğire (ra) dedi ki: "Peygamberimiz (sav), Rabbimizin risaletini getirmiştir. Bir de bize bildirdi ki, bizden kim öldürülürse cennetlik olacaktır. Bu sebeple biz, ölümü, sizin hayatı sevdiğinizden daha çok seviyoruz." (Buhari, Kitabu't-Tevhid'de muallak olarak kaydetmiştir. Rezin tam olarak kaydeder.)



Kaynak: Buhari, Cizye 1, Tevhid 46











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1002

Ravi: Ebu Katade

Tanım: Bir adam sordu: "Ey Allah'ın Resulü, Allah yolunda öldürüldüğüm takdirde, bütün hatalarım örtülecek mi?" Resulullah (sav): "Evet, sen sabreder, mükafaat bekler, geri kaçmadan ileri atılır vaziyette olduğun halde öldürülürsen!" diye cevap verdi. Ve adama sordu: "Nasıl sormuştun?" Adam sorusunu aynen yeniledi. Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam Efendimiz sözlerini şöyle tamamladı: "Evet, (kul) borcu hariç, bütün günahların affedilecek. Zira Cebrail bu hususu bana haber verdi!"



Kaynak: Müslim, İmaret 117, (1885); Muvatta, Cihad 31, (2, 461); Nesai, Cihad 32, (2, 33)











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1003

Ravi: Abdullah İbnu Amr İbni'l-As

Tanım: Resulullah (sav) şöyle buyurdular: "Şehidin -borç hariç- bütün günahları affedilir."





Kaynak: Müslim, İmaret 118











--------------------------------------------------------------------------------









Hadis No : 1004

Ravi: Fadale İbnu Ubeyd

Tanım: Hz. Ömer (ra)'i dinledim, "Hz. Peygamberden işittim" diyerek şu hadisi rivayet etti: "Dört çeşit şehid vardır: 1- İmanı kavi mü'min kişi düşmanla karşılaşır, öldürülünceye kadar Allah'a sadık kalır, işte bu kıyamet günü, insanların gıbta ile gözlerini kaldırıp bakacakları gerçek şehiddir. -Bunu yaparken başını kaldırır ve kalansuvesi yere düşer- (Fadale der ki:) "Bu, Hz. Ömer'in kalansuvesi mi idi, yoksa Resulullah (sav)'ın kalansuvesi mi idi anlayamadım." 2- İmanı sağlam (ancak önceki kadar şecaat sahibi olmayan) bir mü'min düşmanla karşılaşır. Korkudan vücudu -talh ağacının dikeni batmış gibi- titrer. Bu sırada gelen serseri bir ok darbesiyle hayatını kaybeder. Bu, ikinci derecede bir şehiddir. 3- İyi amelle kötü ameli karıştırmış mü'min kişi, düşmanla karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında (sabır ve şecaatte, şehidliğin mükafaatını beklemekte) Allah'a sadık kalır, öldürülünce bu üçüncü mertebede bir şehid olur. 4- Günahkar bir mü'min düşmanla karşılaşır, ölünceye kadar Allah'a sadık kalır. Bu da dördüncü derecede bir şehid olur."



Kaynak: Tirmizi, Fedailu'l-Cihad 14, (1644)











--------------------------------------------------------------------------------









Hadis No : 1005

Ravi: Yahya İbnu Said

Tanım: Resulullah (sav) (Bedir'de bizleri) cihada teşvik etti, cenneti hatırlattı. Bu sırada Ensar'dan biri, elindeki hurmalardan yemekte idi. Birden: "Ben şunları bitirinceye kadar oturacak olursam dünyaya fazla hırs göstermiş olacağım" dedi ve ellerindeki hurmaları fırlatarak kılıncını çekip öldürülünceye kadar savaştı.



Kaynak: Muvatta, Cihad 42, (2, 466); Buhari, Megazi, 17; Müslim, İmaret 145, (1901)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1006

Ravi: Bera

Tanım: Zırh giyinmiş bir adam gelerek: "Ya Resulullah! Hemen savaşa mı katılayım, Müslüman mı olayım?" diye sordu. Resulullah (sav): "Müslüman ol, sonra savaşa katıl!" dedi. Adam Müslüman oldu, savaşa katıldı ve öldürüldü. Resulullah (sav) onun hakkında: "Az bir amelde bulundu fakat çok şey kazandı" buyurdu.



Kaynak: Buhari, Cihad, 13; Müslim, İmaret, 144, (1900)











--------------------------------------------------------------------------------









Hadis No : 1007

Ravi: Raşid İbnu Sa'd

Tanım: Raşid İbnu Sa'd, ashaba mensup birinden naklen anlatıyor: "Bir zat Resulullah'a gelip: "Ey Alah'ın Resulü, niye şehid dışında kalan mü'minler kabirde imtihan edilirler?" diye sordu. Resulullah şu cevabı verdi: "Şehidin ölüm anında tepesinin üstünde kılıç parıltısını hissetmesi imtihan olarak ona kafidir."



Kaynak: Nesai, Cenaiz 112, 3











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1008

Ravi: Ebu Hüreyre

Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Şehidin ölüm (darbesinden) duyduğu ızdırab sizden birinin çimdikten duyduğu ızdırap kadardır."





Kaynak: Tirmizi, Fedailu'l-Cihad 26, (1668)











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1009

Ravi: İbnu Mes'ud

Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Rabbimiz, Allah yolunda savaşan şu kimseye taaccüb etmiştir: Arkadaşları hezimete ugra(yıp kaçmış)tır. Ancak O, (kaçmanın haram olduğunu düşünerek) kendisine düşen sorumluluğun idrakiyle geri dönerek, öldürülünceye kadar düşmanla çarpışmıştır. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah, meleklere (iftiharla) şöyle der: "Şu kuluma bakın, benim nezdimde olan mükafaatı) düşünüp katımda olan (cezadan) korkarak geri döndü, öldürülünceye kadar savaştı."





Kaynak: Ebu Davud, Cihad 38, (2536)











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1010

Ravi: Abdü'l'Habir İbnu Kays İbni Sabit İbni Kays İbni Şemmas (an ebihi an ceddihi)

Tanım: Resulullah (sav)'a Ümmü Halid adında bir kadın yüzü örtülü olduğu halde gelerek Allah yolunda öldürülmüş olan oğlu hakkında sormak istedi. Ashab'tan biri kadına: "Sen, yüzü örtülü olduğun halde gelip oğlundan mı soracaksın?" dedi. Kadın: "Oğlumu kaybetti isem de hayamı kaybetmedim" dedi. Resulullah (sav) kadına: "Oğlun iki şehid mükafatı elde etmiştir!" dedi. Kadın: "Bunun sebebi nedir, ey Allah'ın Resulü?" diye sorunca şu cevabı verdi: "Çünkü onu Ehl-i Kitap öldürdü!"





Kaynak: Ebu Davud, Cihad 8, (2488)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1011

Ravi: Sehl İbnu Huneyf

Tanım: Resulullah (sav), "Kim sıdk ile Allah'tan şehid olmayı taleb ederse, Allah onu şehidlerin derecesine ulaştırır, yatağında ölmüş bile olsa" buyurdu."



Kaynak: Müslim, Cihad 156, 157, (1908, 1909); Ebu Davud, Salat 361, (1520); Tirmizi, Fedailul-Cihad 19, (165)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1012

Ravi: Ebu Malik el-Eş'ari

Tanım: Resulullah (sav) buyurdu ki: "Kim Allah yolunda evinden ayrılır, sonra da öldürülür, yahut atı veya devesi (yere atıp) boynunu kırar veya bir zehirli sokar veya yatağında ölür ise, Allah'ın dilediği hangi musibetle ölmüş olursa olsun şehit olarak ölür."



Kaynak: Ebu Davud, Cihad 15, (2499)











--------------------------------------------------------------------------------









Hadis No : 1013

Ravi:

Tanım: Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde geldiğine göre, "Resulullah (sav)'a: "Ey Allah'ın Resulü, kim cennete gidecek?" diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Peygamber cennetliktir, şehid cennetliktir, çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri gömülen çocuk cennetliktir."



Kaynak: Ebu Davud, Cihad 27, (2521)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1014

Ravi: Ebu'n-Nasr

Tanım: Resulullah (sav) Uhud şehidlerine uğradı ve: "İşte bunlar var ya, bunlar için şehadet ederim" dedi. Ebu Bekir (ra): "Ey Allah'ın Resulü biz onların kardeşleri değil miyiz? Onlar nasıl Müslüman oldularsa biz de Müslüman olduk, onların cihad etmeleri gibi biz de cihad ediyoruz!" dedi. Resulullah şu cevabı verdi: "Evet (söylediğiniz hususlar doğru), ancak benden sonra ne gibi bid'alar çıkaracağınızı bilemiyorum." Hz. Ebu Bekir (ra) ağladı, ağladı ve sonra: "Yani biz senden sonraya mı kalacağız? (diye eseflendi)."



Kaynak: Muvatta, Cihad 32, (2, 461-62)











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1022

Ravi: Enes

Tanım: Resulullah (sav) gazve yaptığı zaman: "Ey Rabbim sen benim destekçim ve yardımcımsın. Senin sayende çare düşünür, senin sayende saldırır, senin sayende mukatele ederim" derdi.





Kaynak: Tirmizi, Da'avat 132, (3578); Ebu Davud, Cihad 99, (2632)











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1023

Ravi: İbnu Ömer

Tanım: Resulullah (sav) ve askerleri (sefer sırasında) tepeleri tırmandıkça tekbir getirirler, inişe geçince de teşbihte bulunurlardı. Namaz dahi buna göre vazedildi."





Kaynak: Ebu Davud, Cihad 78, (2595)











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1024

Ravi: Seleme İbnu'l-Ekva

Tanım: Resulullah (sav) bir gazve sırasında başımıza Hz. Ebu Bekir (ra)'i komutan tayin etti. Bu seferde müşriklerden bir gruba gece baskını yaptık. Onlardan çokça öldürüldü. Ben kendi elimle yedi kişi öldürdüm. Bunlar, farklı ailelerdendi. O gün parolamız: "Ey Mansur (yardım gören) öldür, öldür!" idi.





Kaynak: Ebu Davud, Cihad 78, (2596), 102, (2638)











--------------------------------------------------------------------------------





Hadis No : 1025

Ravi: Mühelleb İbnu Ebi Sufre

Tanım: Resulullah (sav)'ı dinleyen birisinden, Efendimiz'in şöyle söylediğini naklediyor: "Düşman size gece baskını yaparsa "Ha-mim La yunsarün deyin."





Kaynak: Tirmizi, Cihad 11, (1682); Ebu Davud, Cihad 78, (2597)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1026

Ravi: Ka'b İbnu Malik

Tanım: Resulullah (sav) gazveye çıkmaya karar verdiği zaman, şaşırtarak başka bir zan uyandırır ve: "Harb bir hiledir" derdi.



Kaynak: Ebu Davud, Cihad 101, (2637); Buhari, Cihad 157; Müslim, Cihad 18, (1740)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1027

Ravi: Muaz İbnu Cebel

Tanım: Resulullah (sav) buyurdular ki: Gazve iki çeşittir: Birincisi kişinin Allah'ın rızasını aramak için yaptığı gazvedir. Bu maksadla gazve yapan imama da itaat eder, en kıymetli şeyini harcar, ortağına kolaylık gösterir, fesaddan kaçınır. Bunun uykusu da uyanıklığı da tamamen kendisi için ücret olur. Bir de övünmek, riyakarlıkta bulunmak ve kendini satmak için savaşan, imama isyan eden, arzda fesad çıkaran kimse vardır. Böyle gazveden asgari ücreti bile elde edemez."



Kaynak: Ebu Davud, Cihad 25, (2515); Nesai, Cihad 46, (6, 49); Muvatta, Cihad 18 (2, 466)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1028

Ravi: Kays İbnu Abbad

Tanım: Resulullah (sav)'ın ashabı (ra) savaş sırasında ses çıkarmayı sevmezlerdi."



Kaynak: Ebu Davud, Cihad 112, (2656)











--------------------------------------------------------------------------------











Hadis No : 1029

Ravi: Ebu'd-Derda

Tanım: Anlattığına göre, cihada giderken, yola çıkıp, halkın geçeceği yere durarak, herkese duyuracak şekilde şöyle bağırırmış: "Ey insanlar: Kimin üzerinde bir borç olduğu halde, cihada katılır ve bilirse ki, öldüğü takdirde bu borç ödenmeyecektir, hemen geri dönsün, sakın peşime takılmasın. Zira, o, bu haliyle cihadın karşılığını alamaz." (Rezin'in ilavesidir.)



Kaynak: Rezin

Hadislerde Şehitler

Şehitlerin Âhiretteki Sevabı (Şehit Olanların Âhiretteki Sevabının Açıklanması, Kâfirlerle Savaşırken Şehit Olanlar Dışında Şehit Hükmüne Girenlerin Yıkanıp Üzerlerine Namaz Kılınması Gerektiği)




Bu bölümdeki beş hadis-i şeriften şehidliğin 5 çeşit olduğunu, bunların da; bulaşıcı hastalık, ishal, suda boğulma, göçük altında kalma ve Allah yolunda savaşırken şehid olma gibi durumlar olduğunu, malını müdafa etmek için öldürülen, canını kurtarmak için mücadele ederken öldürülen, dini ve ailesi uğrunda öldürülenlerin de şehid olacaklarını öğreneceğiz.





1356. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şehitler beş kısımdır: Bulaşıcı hastalığa yakalanan, ishale tutulan, suda boğulan, göçük altında kalan ve Allah yolunda savaşırken şehit olanlar."





1357. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Siz kimleri şehit sayıyorsunuz?" diye sordu. Sahâbîler:

– Yâ Resûlallah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir, dediler. Peygamber Efendimiz:

– "Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır" buyurdu. Ashâb:

– O halde kimler şehittir, yâ Resûlallah! dediler. Resûl–i Ekrem:

– "Allah yolunda öldürülen şehittir; Allah yolunda ölen şehittir; bulaşıcı hastalıktan ölen şehittir; ishalden ölen şehittir; boğularak ölen şehittir" buyurdu.





1358. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Malı uğrunda öldürülen kimse şehittir."

* Gerçekten şehid olan kimsenin tarifi 8 numaralı hadiste yapılmıştı. Bu bölümde ise hükmen şehid denilenler açıklanmaktadır. Bunlar da pekçok sahih hadislerde değişik çeşitleri vardır.

1. Bulaşıcı hastalığa yakalanan,

2. İshalden dolayı hayatını kaybeden,

3. Suda boğularak can verenler,

4. Göçük altında kalarak ölen,

5. Allah yolunda savaşırken ölen (Gerçek şehid budur),

6. Malını korumak uğrunda ölen.

1359. Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebü'l–A‘ver Saîd İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Malı uğrunda öldürülen şehittir; kanı uğrunda öldürülen şehittir; dini uğrunda öldürülen şehittir; ailesi uğrunda öldürülen şehittir."





1360. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e bir adam geldi ve:

–Yâ Resûlallah! Bir kişi gelip malımı almak isterse ne yapayım? dedi. Resûl–i Ekrem:

– "Ona malını verme" buyurdu.

– Benimle savaşmaya kalkarsa ne dersin? diye sordu;

– "Sen de onunla savaş" cevabını verdi.

– Adam beni öldürürse? dedi; Peygamberimiz:

– "Sen şehit olursun" buyurdu.

– Peki ben adamı öldürürsem? deyince, Efendimiz:

– "O cehennemdedir" buyurdu.





* 1354-1355-1356 hadislerde altı çeşidi sayılan şehidlerin yanısıra buradaki 1357-1358 numaralı hadislerde açıklananlarla birlikte şehid sayısı ona çıkmaktadır:

7. Kendi kanını ve canını kurtarmak uğrunda öldürülen,

8. Dinini korumak uğrunda öldürülen,

9. Ailesi ve çoluk çocuğunun malı ve canı uğrunda öldürülen,

10. Malını koruma ve vermemek uğrunda mücadele ederken öldürülen kimse de hükmen şehid olup, böylece birisi gerçek şehid, dokuzu hükmen şehid olarak şehid cinsi ona çıkmaktadır.





. Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 389.



. Buhârî, Cihâd 30; Müslim, İmâre 164. Ayrıca bk. Buhârî, Ezân 32; Tirmizî, Cenâiz 65.

Gerçek Şehid Kimdir? hadisi 8 numarada geçmişti.



. Müslim, İmâre 165. Ayrıca bk, İbni Mâce, Cihâd 17.



. Buhârî, Mezâlim 33; Müslim, Îmân 226. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 29; Tirmizî, Diyât 21; Nesâî, Tahrîm 22, 23, 24; İbni Mâce, Hudûd 21.



. Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 389.



. Ebû Dâvûd, Sünnet 29; Tirmizî, Diyât 21.



. Müslim, Îmân 225.



. Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 390

Şehitlik ve Şehitler Hakkında Hadisler

Bir kâfirin bir müslümana vereceği en büyük ceza, işkence yaparak veya idam ederek onu öldürmesidir.




Ve fakat Allah-u Teâlâ onu iman şerefi ile müşerref etmiş ise, şehâdet rütbesine ulaşarak ebedî saâdete ermesine vesile olur.



“Şehit” cennetlik olduğuna şâhitlik edilen kişi demektir. Allah yolunda öldürülen müminlerin ruhunu Allah-u Teâlâ’ya yükseltmek için birçok melekler hazır olur ve onun Allah yolunda öldürüldüğüne şâhitlikte bulunurlar.



Şehitlik Allah-u Teâlâ’nın mümin kullarına bahşettiği en yüksek mertebelerden birisidir. Kur’an-ı kerim’de on beş yerde şehitler övülmekte, Âyet-i kerime’lerde Allah yolunda hayatlarını fedâ etmekten çekinmeyen muhterem şehitlerin yüksek mertebeleri, ilâhî lütuflara mazhar kılındıkları, ruhânî bir haz içinde ebedî bir hayat ile berhayat oldukları haber verilmektedir:



“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın.” (Âl-i imrân: 169)



Bu hitâb-ı ilâhî her ne kadar Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ise de, kıyamete kadar gelecek bütün müslümanlara şâmildir.



Diğer bir Âyet-i kerime’de ise:



“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin.” (Bakara: 154)



Buyurularak onlara “Ölü” denilmesi yasaklanmıştır. Çünkü onlar Allah yolunda hayatlarını cömertçe fedâ ettiler. Onların diğer ölüler gibi olmadıkları apaçık bir gerçektir.



“Bilâkis onlar diridirler, Rabb’leri katında rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i imrân: 169)



Bu Âyet-i kerime onların ölü zannedilmemesi hususunda kati bir delildir.



“Onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara: 154)



Onlar fâni hayatı terk ederek ebedi bir hayata ermişlerdir. Kendilerine tahsis edilen yüksek makamlarda merzuk olmaktadırlar. Yerler, içerler, gezerler, dünyadaki hayatın kat kat fevkinde gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akla hayale gelmedik bir hayat yaşarlar. Tasavvur buyurun ki Allah-u Teâlâ onlara nasıl bir hayat bahşetmiştir.







Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:



“Uhud savaşında kardeşlerimiz şehit olunca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. Onlar cennet nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler ve Arş’ın gölgesi altında asılı bulunan altın kandillere konarlar.



Onlar yiyecek ve içeceklerinin tadını, eğlenip dinlendikleri yerin güzelliğini görünce de: ‘Kardeşlerimizin cihaddan uzak durmamaları ve savaştan yüz çevirmemeleri için, bizim cennette rızıklandırıldığımızı onlara kim bildirecek?’ dediler.



Allah-u Teâlâ: ‘Sizin arzunuzu onlara ben duyururum.’ buyurdu. Bunun üzerine bu âyetler indi.” (Müslim-Ebu Dâvud)



Hadis-i şerif mucibince her sıfata bürünürler, istedikleri kılığa girip çıkarlar, her yeri gezerler, icabında makamdan makama uçarlar.



Buradaki insanlar onları göremezler, bilemezler. Çünkü onlar Âlem-i berzah’ta, Allah-u Teâlâ’nın lütuf desteğindedirler. Âlem-i berzah’ın yanında dünya bir avuç kadardır. Orada perdeleri açıldığı için her tarafı görerek, bilerek hareket ederler. Dünya ile ahireti bir görürler, perde yok çünkü onlarda. Allah-u Teâlâ’nın bildirdiği her şeyden haberdardırlar. Buradaki insanlar bakan kördürler, onlar ise görüyorlar.



Bu gizli bir hayattır, bu hayata “Hayat-ı hakiki” de denilir. Dünyadaki hayata ise “Hayat-ı hayâlî” denilir.



Gizli hayatta hakiki hayat vardır.



Size o gerçek hayatın zevkini duyurmaya, dünyanın değersizliğini göstermeye çalışıyoruz. Çünkü herkes dünyaya sarılmış gidiyor.







Allah-u Teâlâ yine haber veriyor ki, şehitler hayatın diğer bir hususiyetine de nâil olmuşlardır:



“Allah’ın kendilerine verdiği ihsanlardan dolayı sevinç içindedirler.” (Âl-i imrân: 170)



Onlara bağışlanan böyle bir kurbiyetten, böyle bir hayatta olmaktan, Rabb’lerinin kendilerini şehitlik gibi bir mertebeye muvaffak kılmasından dolayı sevinirler. Allah-u Teâlâ’nın rızâ-ı Bâri’sinin bulunduğu bir nimet ve rızıktan daha çok hangi şey onları sevindirebilirdi?



“Arkalarından henüz kendilerine katılmayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.” (Âl-i imrân: 170)



Onlar diri oldukları gibi, dirilerle de beraberdirler. Kardeşlerinden alâkalarını kesmemişler, onlarla olan bağlarını koparmamışlardır.



Cihadda henüz canlarını vermemiş olan mücahid kardeşlerinin, şehit oldukları takdirde, ölümden sonra mazhar olacakları nimetler sebebiyle, hem kendileri adına hem de arkada bıraktıkları kardeşleri adına sevinirler. Çünkü ahirette kardeşlerinin herhangi bir korkuları olmayacaktır ve dünyadan ayrılmalarına da üzülmeyeceklerdir.



“Onlar Allah’tan olan nimet ve keremin; Allah’ın müminlerin ecrini zâyi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.” (Âl-i imrân: 171)



Allah-u Teâlâ sevinçle ilgili olan nimet ve lütfu hatırlatmak için onların sevinçlerini ikinci defa zikretmiştir.



Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh- der ki:



“Bir defasında üzgün bir halde bulunurken Resulullah Aleyhisselâm’la karşılaştık.



Bana:



‘Seni niye böyle üzgün görüyorum?’ diye sordu.



‘Babam Uhud’da şehit düştü. Geriye bakıma muhtaç bir ıyâl ve bir de borç bıraktı.’ dedim.



Bunun üzerine:



‘Allah’ın babana hazırladığı nimeti sana müjde edeyim mi?’ buyurdu.



‘Evet!’ deyince devam etti:



‘Allah hiç kimse ile yüz yüze konuşmuş değildir, daima perde gerisinden konuşur. Ancak babanı ihyâ etti ve perdesiz konuştu. ‘Ey kulum! Ne dilersen benden iste vereyim!’ dedi. Baban: ‘Ey Rabb’im!’ Beni dirilt, senin yolunda ikinci sefer bir daha öldürüleyim!’ isteğinde bulundu. Allah-u Teâlâ: ‘Fakat ben daha önce ölenlerin artık geri dönmeyeceklerine dair hüküm koymuştum.’ buyurdu.



Bunun üzerine Âl-i imrân suresinin 169. Âyet-i kerime’si nâzil oldu.” (Tirmizî: 3013)



Âyet-i kerime’ler Ashâb-ı kiram hakkında nâzil olmakla beraber, sebebin hususi oluşu hükmün umumi oluşuna mani olmadığı için; sözü edilen bütün bu ihsanlar, kıyamete kadar gelecek bütün şehitlere ve mücahidlere de şâmildir.



Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Ashâb-ı kiram’ı şüphesiz ki bu hususta en büyük ve en canlı numunedirler.







Şehit kimdir? Müslüman olan, yalnız ve yalnız Allah için harbe giden, hiçbir gaye ve menfaat taşımayan, Kelimâtullah’ın yükselmesi ve din-i İslâm’ın yayılması için gayret eden; dinini, vatanını, namusunu korumak için, o niyetle ölenler şehittir. Başkalarına şehit denmez. Onlara şehit denilmesi insanların taktığı bir isimden ibarettir.



Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:



“Allah yolunda öldürülen şehittir.” buyurmuşlardır. (Müslim)



İhlâs olmadan Allah-u Teâlâ’nın rızâsı gözetilmeden ne yapılırsa yapılsın ind-i ilâhide makbul olmuyor. İhlâs ise ancak niyetle olur. Bütün amellerin özü ve esası niyettir. Allah-u Teâlâ’nın amellere bakması niyet sebebi iledir.



Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:



“Ümmetimin şehidlerinin çoğu, başı yastıkta ölenlerdir. Savaş meydanında nice öldürülenler vardır ki, onların niyetini ancak Allah bilir.” (Ahmed bin Hanbel)







Şehitlerin Allah katında kazanmış oldukları mertebe, Resulullah Aleyhisselâm tarafından muhtelif Hadis-i şerif’lerde belirtilmiştir.



Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:



“Şehitten başka cennete giren hiçbir kimse yoktur ki, dünyaya dönmeyi ve yeryüzündeki her şeyin kendisinin olmasını dilesin. Şehit ise gördüğü ikramdan dolayı dönmeyi ve on kere öldürülmeyi temenni eder.” (Müslim: 1877)



Bu Hadis-i şerif, şehitliğin faziletini gösteren delillerin en büyüğüdür.



Bazı rivayetlerde belirtildiği üzere Allah-u Teâlâ: “Bir arzun var mı?” diye sorar. Şehitler hiçbir arzularının olmadığını, sadece yeryüzüne dönerek Allah yolunda tekrar şehit olmayı temenni ettiklerini belirtirler.



Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir başka Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:



“Müslümanın aldığı her yara Allah yolundadır. Sonra kıyamet gününde bu yara, vurulduğu günkü kılığında olacak, kan fışkıracaktır. Renk kan rengi, koku misk kokusudur.” (Müslim: 1876)



Şehitin misk gibi güzel kokusu, onun fazilet ve şerefini mahşer halkına duyurmak için yayılacaktır. Kanının ve cenazesinin yıkanmaması da bundandır.



Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu mertebeyi her vesile ile beyan etmiş ve ümmet-i muhteremesini daima teşvik etmiştir.



Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:



“Muhammed’in nefsini kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra tekrar savaşıp öldürülmeyi, sonra tekrar savaşıp öldürülmeyi ne kadar isterdim.” (Buhârî - Müslim: 1876)



Aslında savaşa ölmek için değil, düşman öldürmek, saldırı ve azgınlığı durdurmak için gidilir. Ölümden korkmaya gerek yoktur. Çünkü bu, Allah-u Teâlâ’nın değişmeyen kanunudur.







Mikdam -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:



“Şehite, dökülen ilk kanı esnasında altı haslet verilir: Günahları bağışlanır. Cennetteki makamını görür. Cennet hurisiyle evlendirilir. (Kıyametin) büyük korkusuna karşı teminat verilir. Kabir azabından emin kılınır. İman elbisesi ile ziynetlendirilir.” (Buhârî)

Ayet Ve Hadislerde şehitlik

Şehitlik; yüce dinimizin belirlediği ve kutsal kitabımızda övgüyle bahsettiği bir kavramdır Kur’an’ı Kerimde Bakara Suresi 154 ayetinde ifade edildiği şekliyle “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin aslında onlar diridirler Ancak siz bunu bilemezsiniz” denilmek suretiyle şehitliğin, Allah katında büyük bir değere ve yüce bir mevkiye sahip olduğunu belirtilmiştir



Şehitlik malıyla, canıyla Allah yolunda, O’nun dinini yüceltmek, sahibi olduğu yurdunu, vatanını, ırz ve namusunu korumak amacıyla savaşan kimselere; niyet ve gayretlerini kanlarıyla mühürlemiş olmaları sebebiyle Allah'ın verdiği bir unvandır İslam Dinine göre bütün ameller niyetlere göredir ve Allah için yapılan hiçbir amel karşılıksız kalmayacaktır Hal böyle olunca en değerli varlığı olan canını Allah yolunda feda eden kimselere Allah, şehitlik unvanını layık görmüştür



Şahadet (Şehitlik), dini bir kavramdır İslam dininin bilerek ve isteyerek Allah için, din vatan ve kutsal değerleri için ölümü göze almanın bedeli olarak insana bahşettiği yüce bir makamdır Şehit, kelimesi, aynı zamanda Allahın sıfatlarındandır Kur’an-ı Kerim’de Şehit (Şüheda), Şahit, Şahitlik ve Şahadet, gibi kavramlar bir çok yerde geçmektedir



Burada konumuza örnek teşkil etmesi bakımından Kur’an-ı Kerim’in muhtelif ayetlerini şöyle sıralayabiliriz:



"Allah yolunda öldürülenlere "ölüdür" demeyin Aslında onlar diridirler fakat siz bunu bilemezsiniz" (2/154)



“Allah adaleti ayakta tutarak, kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etmiştir Melekler ve ilim sahipleri de öyle Ondan başka ilah yoktur O güçlüdür, hikmet sahibidir”(3/18)



"Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'ın bağışlaması ve rahmeti onların topladıklarından daha iyidir" (3/157)



“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma Bilakis onlar diridirler,Rableri katında Allah’ın, lütfünden kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşa¤¤¤¤¤ rızıklandırılmaktadırlar Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler (3/169,170)



“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler Bunlar ne güzel arkadaştır” (4/69)



"Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar Kim Allah yolunda savaşırsa ister ölsün ister galip gelsin Biz ona büyük bir ödül vereceğiz"(4/74)



Ayetlerden de anlaşıldığı üzere, Yüce dinimiz şehide öylesine değer vermiştir ki, ruhunu Allaha, bedenini toprağa sunduğu anda; Allah şehidin kanını canını tezkiye eder temizler üzerinde bulunan eşyaların bile, o yolda kişinin tüm varlığı ile değerli hale gelmesine sebep olur Bu görüntü dünyada ve ahirette Allah için ölümün göze alınabilirliğinin şahidi, delili ve ispatı sayılır Bu delillerin aynen korunması sebebiyledir ki, şehitler kanlı elbiseleri ile defnedilirler Dirilme gününde de aynı hal ile Allahın huzuruna çıkacakları ifade edilmektedir Bu anlamda Yüce Kitabımızda: "Gerçekten ölüleri biz diriltiriz Onların yaptıkları işleri delilleriyle birlikte biz yazarız Her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır” (36/12) buyrulmaktadır



Peygamberimiz (AS) hadislerinde şehitleri övmüş ve Şehit olmayı teşvik etmiştir Bir gün savaşmak üzere peygamberimize gelen bir kimse: "Savaşayım mı? yoksa iman mı edeyim?" diye sorduğunda, Peygamberimiz "Önce iman et, sonra savaş" demiştir Bunun üzerine o kişi şehadet getirerek iman ettiğini ifade etmiş ve katıldığı o savaşta şehit olmuştur Bu kimse için Peygamberimiz (as) "Az amel işledi, çok mükafat kazandı" buyurmak suretiyle şehit olmanın insan için ne kadar değerli olduğunu, insana büyük bir mertebe kazandırdığını işaret etmişlerdir



İşte saygı değer okurlarım Yüce dinimizin belirgin bir şekilde öne çıkardığı şehitlik anlayışı, millet hayatımızda din ve devletin, vatan ve bayrağın, bunun yanında kutsal değerlerin korunması hususunda bütün insanlığa örnek teşkil edecek bir hal almıştır Bugün sahip olduğumuz bu cennet vatanı, aziz şehitlerimizin bizlere bıraktığı en değerli hatıra kabul ederek, ay yıldızlı bayrağımızı bu uğurda can veren şehitlerimizin kanından bilmez miyiz?



Öyleyse sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilerek, şehitlerimize ve onların bizlere olan emanetlerine sahip çıkarak, birlik ve beraberlik ruhuyla nice yıllara diyor; Çanakkale savaşlarının yıldönümünde bütün şehitlerimizi rahmetle minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum Ruhları şad, makamları Cennet olsun





-------------------------------------------------------------------------------------





ALLAH KATINDA ŞEHİTLİK





Şehit; Allah yolunda, din,vatan ve namus gibi kutsal değerleri uğrunda ölen; ruhunu Allah’a bedenini toprağa sunan, bir gül bahçesine girercesine şu kara toprağa giren eli öpülesi bir kahramandır



İnanç kültürümüzde özel bir yeri ve yüce bir değeri olan şehitlik, yüce dinimizin önemsediği ve teşvik ettiği bir rütbedir İnsan çalışarak pek çok rütbe ve unvan elde edebilir Bu rütbelerin başında hiç şüphe yok ki, şehitlik ve gazilik gelir Çünkü bu rütbeler hayat karşılığında elde edilir ve inançla kazanılır Hem Hakkın, hem de halkın nezdinde şahadet mertebesine yükselmek, büyük bir mazhariyettir Kur’an-ı Kerim’de Allah şehitler hakkında şöyle buyurur;



“Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ölüler demeyin Bilakis onlar diridirler Lakin siz onu anlayamazsınız” (Bakara, 154)



Bizzat Peygamberimiz, bir defa değil birkaç defa şehit olmayı istemiş ve şöyle buyurmuştur:



"Ruhumu kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmemi, sonra tekrar dirilip savaşarak tekrar öldürülmemi, yine dirilip savaşta öldürülmemi arzu ederim"



Değerli dostlar; şehitlik olmadan vatan olmaz Vatan bir toprak parçasıdır, ama her toprak parçası vatan değildir Vatan, uğruna şehit olunan, can verilen kan dökülen, kanla canla bedeli ödenen toprak parçasıdır



"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır" diyen şairin sözü bu anlamda çok anlamlıdır



Vatan insan için özellikle bir millet için mutlak gereklidir Çünkü din, namus, şeref ve bağımsızlık gibi kutsal değerler ancak vatan sayesinde, hür ve özgürce korunur ve yaşanır Bu sebepledir ki, atalarımız bu vatan için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış, kanlarını akıtarak onu düşmana teslim etmemişler; uğruna ölmeyi şeref bilmiş ve severek isteyerek şehit olmuşlardır Yavrusu şehit olan analar, oğlu şehit olan babalar “Vatan sağ olsun” diyerek evlatlarının şahadetiyle teselli bulmuşlardır



Anadolu insanı için çok büyük bir anlam ifade eden Şehitlik ve Gazilik, bu milletin var oluş sebebidir Bu nedenledir ki, yavrusunu askere gönderen analar: “Haydı oğlum haydi git, Ya gazi ol ya şehit” diyerek uğurlamış, giden vatan evladı ise anasına siperden mektup yazarak:



“Allah’a dua et düşman tırpanı

Devlet ağacını yolmasın anne!

Altında dökülsün oğlunun kanı,

Bayrağın gül rengi solmasın anne!



Üzülme boş gelse de posta tatarı,

Yarın akın var siperden dışarı,

Kadere razı ol uzayan yolları,



Bekleyen gözlerin dolmasın anne!” diyerek Allah’a olan bağlılığını, devletine olan saygısını ifade etmiş, vatan için bayrak için ölmeyi şeref bilmiş, yolunu bekleyen şehide yaraşır bir edayla teselli etmiştir



Bu aziz vatana sahip olmak için Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Sarıkamış’ta ve özellikle din ve devlet için, vatan ve millet için, bayrak için toprak için,Türk-İslam için canını kanını feda eden, bu milletin birlik-dirlik içinde yaşaması, huzurlu ve mutlu olması için, cennet vatanı bizlere miras bırakan aziz şehitlerimizi minnetle, şükranla anıyor, Yüce Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum Ruhları şad, mekanları cennet olsun

Şehit

Şehitler üç kısımdır: 1- Dünyaya ait hükümler olmaksızın Ahirette şehit. 2- Sadece dünyada şehit. 3- Dünyada ve Ahirette şehit.



1- Dünya hükümleri olmaksızın sadece Ahiret şehidine gelince; onlar, bazı Hadislerde yedi kısım, bazı Hadislerde sekiz kısım, bazı Hadislerde dokuz kısım, bazı Hadislerde on bir kısım olarak zikredilen kimselerdir. Müslim’de geçtiğine göre de, onlar şu beş grup insanlardır: a-) Vebâ hastalığından ölenler, b-) İshal hastalığından ölen, c-) Suda boğularak ölen, d-) Enkaz altında ölen, e-) Savaş olmaksızın Allah’ın Kelimesini yükseltmek uğruna ölen.



- Müslim, Ebu Hureyre’den Rasulullah (u)’in şöyle dediğini rivayet etti:



بَيْنَمَا رَجُلٌ يَمْشِي بِطَرِيقٍ وَجَدَ غُصْنَ شَوْكٍ عَلَى الطَّرِيقِ فَأَخَّرَهُ فَشَكَرَ اللَّهُ لَهُ فَغَفَرَ لَهُ وَقَالَ الشُّهَدَاءُ خَمْسَةٌ الْمَطْعُونُ وَالْمَبْطُونُ وَالْغَرِقُ وَصَاحِبُ الْهَدْمِ وَالشَّهِيدُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ “Kim yolda yürürken yol üstünde dikenli bir dal görür de onu yoldan alırsa, Allah onu ödüllendirir. Dedi ki: Şehitler şu beş kişidirler: Taun/veba hastalığından ölen, ishal hastalığından ölen, boğularak ölen, enkaz altında ölen, Allah Azze ve Celle yolunda şehit olan.”[1]



- Müslim, Ebu Hureyre’den Rasulullah (u)’in şöyle dediğini rivayet etti:



مَا تَعُدُّونَ الشَّهِيدَ فِيكُمْ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ قُتِلَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ قَالَ إِنَّ شُهَدَاءَ أُمَّتِي إِذًا لَقَلِيلٌ قَالُوا فَمَنْ هُمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ مَنْ قُتِلَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ مَاتَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ مَاتَ فِي الطَّاعُونِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ مَاتَ فِي الْبَطْنِ فَهُوَ شَهِيدٌ قَالَ ابْنُ مِقْسَمٍ أَشْهَدُ عَلَى أَبِيكَ فِي هَذَا الْحَدِيثِ أَنَّهُ قَالَ وَالْغَرِيقُ شَهِيدٌ و “Aranızda kimi şehitten sayıyorsunuz. Dediler ki: Ya Rasulullah, Allah yolunda öldürülen şehittir. Dedi ki: O zaman ümmetimin şehitleri az demektir. Dediler ki: O halde onlar kimdir, ya Rasulullah? Dedi ki: Kim Allah yolunda öldürülürse şehittir. Kim Allah yolunda ölürse şehittir. Kim taun/veba hastalığında ölürse şehittir. Kim ishalden ölürse şehittir. (İbn Muksim dedi ki: Bu Hadis ile ilgili babanın şöyle dediğine şahit oldum: Kim boğularak ölürse şehittir.”[2]



Bütün bu kişilerin “şehit” olmalarından kast olunan, onlara Ahirette şehitler sevabının olmasıdır. Dünyada ise gasledilip cenaze namazları kılınır. “Şehit” kelimesi sevaba ulaşanlar hakkında ve bu açıdan zikredildiğinde o kişilere “şehit” denilmesi doğru olur. Fakat beraberinde herhangi bir karine olmaksızın konuşmada “şehit” kelimesi geçtiğinde bu sadece Allah yolunda öldürülenlere hasredilir, o kişilere hasredilmez.



2- Ahiret olmaksızın dünya şehidi ise; dünyada şehit ile ilgili hükümler ona uygulanır. Yani gasbedilmez, cenaze namazı kılınmaz, elbisesi ile defnedilir. Fakat o Ahirette, Allah’ın Kelimesinin yüce olması için savaşan şehitlerin sevabını alamaz. Zira o unvan için ya da sadece ganimet için ya da düzenbazlık için savaşmak gibi Allah yolundan başka bir gaye için savaştı. Nitekim, Hadisler şehit sevabını, Allah yolunda savaşan şehide has kılmıştır. O geriye dönmeden ileriye doğru ilerleyerek savaşmıştır.



- Müslim, Ebu Musa el-Eş’ârî kanalı ile şunu rivayet etti: “Bir adam Nebi (u)’e gelip şöyle dedi: Ya Rasulullah, bir kişi ganimet için savaşıyor, bir kişi anılmak için savaşıyor, bir kişi yerini görmek için savaşıyor. Kim Allah yolundadır? Bunun üzerine Rasul (u) şöyle dedi:



مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللَّهِ “Kim Allah’ın Kelimesi yüce olsun için savaşırsa, o Allah yolundadır.”[3]



- Müslim, Ebu Musa’dan şunu rivayet etti: Rasulullah (u)’e yiğitlik için savaşan, hamiyet/şiddetli tutuculuk için savaşan, riya/gösteriş için savaşan kişiler hakkında; hangisi Allah yolundadır? diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah (u) şöyle dedi:



مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ الْعُلْيَا فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ “Kim Allah’ın Kelimesi yüce olsun için savaşırsa, o Allah yolundadır.”[4]



Rasul (u), şehidin günahının affedilmesi için geriye dönmeden ileriye doğru giderek savaşmayı şart koşmuştur. Nitekim Müslim, Abdullah b. Katâde’den o da Katâde’den Rasulullah (u)’den şunu anlatırken işittiğini rivayet etmiştir: “Rasul (u), insanlar arasında ayağa kalkıp onlara, Allah iman ederek, Allah yolunda cihad etmenin en faziletli amel olduğunu hatırlattı. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp ona şöyle dedi: Ya Rasulullah, ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarım benden silinir mi, ne dersin? Bunun üzerine Rasulullah (u) ona şöyle dedi:



نَعَمْ إِنْ قُتِلْتَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَأَنْتَ صَابِرٌ مُحْتَسِبٌ مُقْبِلٌ غَيْرُ مُدْبِرٍ ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَيْفَ قُلْتَ قَالَ أَرَأَيْتَ إِنْ قُتِلْتُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَتُكَفَّرُ عَنِّي خَطَايَايَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَعَمْ وَأَنْتَ صَابِرٌ مُحْتَسِبٌ مُقْبِلٌ غَيْرُ مُدْبِرٍ إِلا الدَّيْنَ فَإِنَّ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلام قَالَ لِي ذَلِكَ “Evet, sen Ahirette sevabını bekleyerek geriye dönmeden ileriye doğru gitmekte sabrederek Allah yolunda öldürülürsen.” Sonra Rasulullah (u) şöyle dedi: Nasıl dedin? O da dedi ki: Ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarım benden silinir mi, ne dersin? Rasulullah (u) dedi ki: “Sen geriye dönmeden ahiret sevabını bekleyerek ilerlemekte sabredersen, borç hariç evet. Zira Cebrail (u) bana bunu dedi.”[5]



Bunun mefhumu; geriye dönüp savaşmazsa günahı ondan silinmez ve ona şehit sevabı olmaz. Ayrıca ünvan/şöhret için savaşan kimsenin şehit olarak isimlendirdiği halde azap göreceğini Rasul (u) açıklamıştır. Müslim, Süleyman b. Yesâr’dan şunu rivayet etti: “İnsanlar gruplar halinde Ebu Hureyre’ye gidiyordu. Ona Şam ehlinden gelen birisi şöyle dedi: Ey şeyh, Rasulullah (u)’den işittiğin bir Hadisi bize anlat. O da dedi ki: Evet, Rasulullah (u) şöyle derken işittim:



إِنَّ أَوَّلَ النَّاسِ يُقْضَى يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَيْهِ رَجُلٌ اسْتُشْهِدَ فَأُتِيَ بِهِ فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَهَا قَالَ فَمَا عَمِلْتَ فِيهَا قَالَ قَاتَلْتُ فِيكَ حَتَّى اسْتُشْهِدْتُ قَالَ كَذَبْتَ وَلَكِنَّكَ قَاتَلْتَ لأنْ يُقَالَ جَرِيءٌ فَقَدْ قِيلَ ثُمَّ أُمِرَ بِهِ فَسُحِبَ عَلَى وَجْهِهِ حَتَّى أُلْقِيَ فِي النَّارِ “Muhakkak ki, Kıyamet gününde hakkında hüküm verilen ilk insan, şehit edilen bir adamdır. O adam getirilip kendisine nimet tanıtılır. O da onu tanımış olur. Allah ona, Bunun için ne yaptın? der. O da; Şehit olasıya kadar Senin için savaştım, der. Allah da; Yalan söyledin, sen cesur desinler diye savaştın, nitekim öyle denildi, der. Sonra onun ateşe atılasıya kadar yüzüstü sürüklenmesini emreder.”[6]



Bu, unvan ve şöhret için savaşmanın dünyada şehit hükümlerine göre muamele görse de Kıyamet Günü onun için şehit sevabı olmadığına bilakis azap olduğuna delâlet etmektedir.



3- Dünya ve Ahiret şehidine gelince; o, Allah’ın Kelimesinin yükselmesi/yücelmesi için kafirlerle savaşıp savaş meydanında müslümanlar ile kafirler arasında öldürülen kimsedir. İster savaş, harb beldelerinde olsun, ister ise İslâm beldelerinde olsun fark etmez.



Allahu Teâlâ şöyle dedi:



وَلا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.”[7]



İşte bu şehit, hakkında şer'î hükümlerin yani şehit hükümlerinin geldiği şehittir. Bu şehitlik, kafirlere karşı savaşta öldürülen kimseye hastır. Aynı şekilde savaş meydanında yaralanan sonra bu yarasından dolayı ölen kimse de savaş meydanında öldürülen kimse gibi sayılır. Fakat onun dışında kalanlar şehit sayılmaz. Buna binaen bağilere karşı savaşta öldürülen kimse şehit sayılmaz. Savaş meydanında yaralanan sonra yarası iyileşen daha sonra ölen kimse de şehit sayılmaz. Dolayısıyla hakkında özel hükümler olan ve Allah’ın canlı olduğunu haber verdiği şehit; Allah’ın Kelimesinin yücelmesi için kafirlere karşı savaş meydanında öldürülen kimse ve savaş meydanında yaralanıp bu yarasından dolayı ölen kimsedir, başkası değil.



Zikredilen bu şehidin hükmü şudur: 1- Yıkanmaması, 2- Kefenlenmeyip kanı ve elbisesi ile defnedilmesi. Çünkü şehit, Kıyamet Günü kanının kokusu çok güzel misk olduğu halde haşrolunur.



1- Şehidin gasledilmemesi/yıkanmaması ile ilgili Buhari’nin, Cabir’den rivayet ettiği şu Hadis vardır: “Rasulullah (u), Uhud’da öldürülenlerden iki adamı bir tek elbise içine koyuyordu. Sonra, Bunlardan hangisi daha çok Kur’an okuyordu? diyordu. Ona birisi gösterildiğinde önce onu mezara yerleştiriyordu. Sonra da, Ben bunlara şahidim, diyordu. Onları yıkamaksızın ve cenaze namazı kılmamaksızın kanları ile defnedilmesini emrediyordu.”



- Ahmed b. Hanbel de Nebi (u)’in Uhud’da öldürülen mü’minler hakkında da şöyle dediğini rivayet etti: لا تُغَسِّلُوهُمْ فَإِنَّ كُلَّ جُرْحٍ أَوْ كُلَّ دَمٍ يَفُوحُ مِسْكًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْهِمْ “Onları yıkamayın. Zira her yara ya da her kan Kıyamet günü etrafına misk kokusu yayar. Onlara cenaze namazı kılmadı.”[8]



- Rivayet edildi ki: Nebi (u), Uhud şehitleri hakkında şöyle dedi: “Onları yıkamaksızın kanları ile gömün. Zira Allah yolunda yaralanan bir kimse, Kıyamet Günü şah damarı, rengi kan, kokusu misk kokusu olan bir kan fışkırtır olduğu halde getirilir.”



- Enes’ten şu rivayet edildi: “Nebi (u), Uhud’da öldürülenler üzerine cenaze namazı kıldırmadı ve onları yıkatmadı.”



Uhud şehitleri yıkanmadığı gibi, Bedir şehitleri de yıkanmadı. Aynı şekilde Hendek ve Hayber şehitleri de yıkanmadı. Bu da gösteriyor ki şehit yıkanmaz.



2- Aynı şekilde şehit, ölünün kefenlendiği gibi kefenlenmez. O sadece, üzerindeki elbise ile kefenlenir. Bunun delili de Rasul (u)’in Uhud şehitleri hakkında söylediği şu sözdür: زَمِّلُوهُمْ بِكُلُومِهِمْ وَدِمَائِهِمْ “Onları yaraları ve kanları ile gömün.”[9]



- İbn Abbas’tan da şu rivayet edilmiştir: “Rasulullah (u), Uhud’da öldürülenlerin üzerinden deri ve demir parçalarının uzaklaştırılıp kanları ve elbiseleri ile defnedilmesini emretti.”[10]



Şehidin cenaze namazının kılınmamasına gelince; Ona cenaze namazı kılınması caizdir, kılınmaması da caizdir. Caiz oluşu, Rasul (u)’in Uhud’da öldürülenler için onları defnettikten sonra, Hamza için, savaş meydanında öldürülen bir adam için cenaze namazı kıldığına dair rivayetlerden dolayıdır.



- Buhari, Ukbe İbn Âmir’den şunu rivayet ett: “Nebi (u), Uhud’da öldürülen mü’minler için sekiz sene sonra, ölenlere ve dirilere veda eden kimse gibi cenaze namazı kıldı.”



- Ebu Davud, Ebu Selâm’dan o da Nebi (u)’in ashabından bir adamdan şöyle dediğini rivayet etti: “Biz Cüheyn’den bir kabileye saldırdık. Müslümanlardan bir adam onlardan bir adam talep etti. Ona saldırdı, isabet etmedi ve kendisi darbe aldı. Rasulullah (u), Ey müslümanlar topluluğu kardeşinize bakın, dedi. İnsanlar hemen onun yanına gittiler, onu ölmüş buldular. Rasulullah (u) onu, elbisesi ve kanı ile sarmalayıp onun cenaze namazını kıldırıp defnetti. Dediler ki; Ya Rasulullah, o şehit mi? Dedi ki; Evet, ve ona şahidim.”



Bu üç Hadis, sâbit Hadislerdir. Bunlar şehit için cenaze namazı kılındığına dair gayet açıktırlar.



Şehit için cenaze namazı kılmamanın caiz olmasına gelince, o da Rasul (u)’in şehit için cenaze namazı kılmadığına dair başka rivayetlerin olmasındandır.



- Nitekim Ebu Davud ve Tirmizi, Enes’ten şunu rivayet etti: “Nebi (u), Uhud’da ölenler için cenaze namazı kıldırmadı ve onları yıkattırmadı.”



- Ahmed, Enes’tan şunu rivayet etti: Uhud şehitleri yıkanmadan kanları ile defnedildiler.”



- Buhari, Câbir b. Abdullah (t)’dan şöyle dediği rivayet edildi: “Nebi (u), Uhud’da öldürülenlerden iki adamı bir tek elbisede birleştirip sonra; Hangisi daha çok Kur’an okuyordu? diyordu. Onlardan birisi gösterilince önce onu kabre koyuyordu. Kıyamet Günü ben onlara şahidim, diyordu. Onları yıkattırmadan, cenaze namazları kılınmadan kanları içinde defnedilmelerini emretti.”



Bu Hadisler, sâbittir ve şehit için cenaze namazı kılınmadığına dair delaleti açıktırlar. Nitekim Şafi; İbn Abbas Hadisi hakkında, Uhud şehitleri için defnedilmelerinden önce namaz kılınmamasının manası hakkında sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Nebi (u)’in, Uhud’da ölenler için cenaze namazı kıldırmadığına dair haberler mütevatir şeklinde gelmiştir.”



İster Nebi (u)’in şehit için namazı kıldırdığına dair olsun, ister ise kıldırmadığına dair olsun bu haberlerin tamamı sabittir. Onlardan herhangi birisinin sübutunu ve hem rivayet ve hem de dirayet bakımından delil getirilenlerden olmasını reddetmeye bir yol yoktur. Onlardan birisini diğerine tercih etmeya de bir yol yoktur. Çünkü Rasul (u)’in o şehitler için cenaze namazı kıldırdığından sahabelerin gafil olması ihtimal dışıdır. Yine Rasul (u)’den ölenler için cenaze namazı kıldırdığı sabit olduğu halde bunun tersine olan cenaze namazının terk edilmesinden de gafil olmaları ihtimal dışıdır. Şu halde iki haberden birisi diğerine nasıl tercih edilir.



Şöyle denilmez: “Şehit için namaz kıldığının sabit olduğu Hadislerdeki الصلاة –Salât’dan kast olunan “dua”dır. Böylece صلى –Sallâ sözü, “dua” manasında olur.” Böyle denilmez. Çünkü bir karine geçmedikçe, şer'î hakikatler lügavî hakikatlerin önüne geçer. Burada ise bir karine geçmedi. Dolayısıyla ölü için “salâttan” kasıt; ölü için kılınan şer'î salâttır (yani cenaze namazıdır).



Şöyle de denilmez: “Ölü için namaz kılınmasıyla ilgili Hadisler, namaz kılınmamasıyla ilgili Hadisleri neshederler. Çünkü onlardan birisi, Uhud şehitleri için sekiz sene sonra namaz kılındığına dairdir. Bu Hadisin bu konuyla ilgili bütün Hadislerin sonuncusu olduğu sabit olmuştur. Çünkü bu İbn Habbân’ın rivayetinde şöyle geçmektedir: “Sonra evine girdi. Allah onu katına alasıya kadar dışarı çıkmadı.”



Böyle denilmez. Çünkü Hadisin sadece sonra gelmiş olması neshe delâlet etmesi için yeterli değildir. Bilakis kendisinden neshin anlaşıldığı başka bir karinenin olması kaçınılmazdır. Burada öylesi bir karine yoktur. Dolayısıyla o Hadislerde nesh yoktur.



Böylece bu konudaki yukarıda geçen bütün rivayetler muteberdir. Şehit için cenaze namazı kılınmaması caiz olarak yorumlanır. Zira Rasul (u)’in Bedir şehitleri için, Hendek şehitleri için, Hayber şehitleri için cenaze namazı kıldığı rivayet edilmemiştir. Aynı şekilde şehitler için cenaze namazı kılındığında bunda bir mahzur olmadığına yorumlanır. İnsanların şehit için cenaze namazı kılmaları engellenmez.



Şehidin “şehit” olarak isimlendirilmesi, kendisine cennetlik olduğuna dair Kur’an nassı ile şahitlik olmasından dolayıdır. Allahu Teâlâ şöyle dedi:



إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنْ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمْ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ “Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını kendilerine cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar öldürürler, öldürülürler.”[11]



- Müslim, Câbir’den şunu rivayet etti: “Bir adam şöyle dedi: Öldürülürsem ben neredeyim ya Rasulullah? Rasulullah da ona; Cennette, dedi. Bunun üzerine elindeki hurmaları yere atıp öldürülesiye kadar savaştı.” Süveyd’in Hadisinde ise şöyle geçti: “Bir adam Uhud günü, Nebi (u) dedi ki:....”



- Enes b. Malik’ten şu rivayet edildi: “Rasulullah (u), ashabı ile birlikte sefer için erkenden yola çıktılar. Bedir’e müşriklerden önce vardılar. Sonra müşrikler geldiler. Bunun üzerine Rasulullah (u) şöyle dedi:



لا يُقَدِّمَنَّ أَحَدٌ مِنْكُمْ إِلَى شَيْءٍ حَتَّى أَكُونَ أَنَا دُونَهُ فَدَنَا الْمُشْرِكُونَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُومُوا إِلَى جَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَوَاتُ وَالأرْضُ قَالَ يَقُولُ عُمَيْرُ بْنُ الْحُمَامِ الأنْصَارِيُّ يَا رَسُولَ اللَّهِ جَنَّةٌ عَرْضُهَا السَّمَوَاتُ وَالأرْضُ قَالَ نَعَمْ قَالَ بَخٍ بَخٍ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا يَحْمِلُكَ عَلَى قَوْلِكَ بَخٍ بَخٍ قَالَ لا وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِلا رَجَاءَةَ أَنْ أَكُونَ مِنْ أَهْلِهَا قَالَ فَإِنَّكَ مِنْ أَهْلِهَا فَأَخْرَجَ تَمَرَاتٍ مِنْ قَرَنِهِ فَجَعَلَ يَأْكُلُ مِنْهُنَّ ثُمَّ قَالَ لَئِنْ أَنَا حَيِيتُ حَتَّى آكُلَ تَمَرَاتِي هَذِهِ إِنَّهَا لَحَيَاةٌ طَوِيلَةٌ قَالَ فَرَمَى بِمَا كَانَ مَعَهُ مِنَ التَّمْرِ ثُمَّ قَاتَلَهُمْ حَتَّى قُتِلَ “Ben ondan önce olmadıkça sizden birisi bir şeye önce varmasın.” Müşrikler yaklaştı. Bunun üzerine Rasul (u) şöyle dedi: “Genişliği yeryüzü ve gökler kadar olan cennete koşun!” Dedi ki; Umeyr İbn el-Hımâm el-Ensâri şöyle diyordu: Ya Rasulullah! Genişliği yer ve gökler olan bir cennet mi? Rasulullah (u) şöyle dedi: “Evet, o; Çok iyi, dedi. Rasulullah (u); Seni, çok iyi demeye sevk eden nedir? dedi. O da; O Cennetin ehlinden olmam beklentisinden başka bir şey değil, Allah’a yemin olsun ya Rasulullah, dedi. Rasul (u) de ona; Sen onun ehlindensin, dedi. Çantasından biraz hurma çıkardı, onlardan yemeye başladı. Sonra da; Eğer ben bu hurmalarımı yiyesiye kadar yaşarsam, bu uzun bir hayat olur, deyip yanındaki hurmaları attı, sonra da öldürülesiye kadar müşriklerle savaştı.”[12]



Böylece Allah ve Rasulullah (u), şehidin cennette olduğuna şehitlik ettiler. Şahidin diri olmasına gelince, bu Kur’an’ın nassı ile sabittir. Allahu Teâlâ şöyle dedi:



وَلا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ (169) فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمْ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ أَلا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلا هُمْ يَحْزَنُونَ (170) يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنْ اللَّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللَّهَ لا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini duymaktadırlar. Onlar Allah’tan gelen nimet ve keremin Allah’ın mü’minlerin ecr zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindirler.”[13]



Şehitlere ait bu hayat/diri oluş, bizim idrak edemediğimiz ve algılayamadığımız gaybî bir hayattır. Çünkü o hayat, ebediyet aleminde bir hayattır. Biz her ne kadar şehitlere ait bu hayatı idrak edemezsek de algılayamazsak da onun varlığına inanmamız kesin zorunlu bir husustur. Çünkü Kur’an’ın kesin nassı ile sabittir. Allahu Teâlâ şöyle dedi:



وَلا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَكِنْ لا تَشْعُرُونَ “Allah yolunda öldürülenlere ölüler, demeyin. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz algılayamazsınız.”[14]



Şehitlere ait hayat, kendilerine iman edilmesi vacib olan mugayyebattan/gayıpla ilgili hususlardandır.



Şehitlerin faziletine gelince; bu dengi olmayan büyük bir fazilettir. Bunun Rasul (u) birkaç Hadiste açıklamıştır.



- Buhari, Katâde’den şöyle dediğini rivayet etti: “Enes b. Malik’i (t), Nebi (u)’in şöyle dediğini rivayet ederken işittim:



مَا أَحَدٌ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ يُحِبُّ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا وَلَهُ مَا عَلَى الأرْضِ مِنْ شَيْءٍ إِلا الشَّهِيدُ يَتَمَنَّى أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا فَيُقْتَلَ عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنَ الْكَرَامَةِ “Şehitten başka cennete girip de dünya yüzünde hiçbir şeyi olmadığı halde, dünyaya dönmeyi arzu eden bir kimse yoktur. Zira yalnız şehit, gördüğü şeref ve itibardan dolayı dünyaya dönüp on defa öldürülmeyi arzu eder.”[15]



- Buhari’nin bir başka rivayetinde ise şöyle geçti: “Mugire b. Şube şöyle dedi: Nebi (u)’miz bize Rabbimizden, bizden kim öldürülürse cennete gideceği mesajını bildirdi. Ömer, Nebi (u)’e dedi ki: Bizim öldürülenlerimiz cennette, onların öldürülenleri ise cehennemde, değil mi? O da (u); Evet, gerçekten öyle, dedi.” (Buhari)



- Abdullah b. Amru b. el-Âs, Rasulullah (u)’in şöyle dediğini rivayet etti:



يُغْفَرُ لِلشَّهِيدِ كُلُّ ذَنْبٍ إِلا الدَّيْنَ “Şahidin kul borcu hariç her günahı affolunur.”[16]



- Yine Nebi (u)’in şöyle dediği rivayet edildi:



القتل في سبيل الله يكفر كُلُّ شيء إِلا الدَّيْنَ “Allah yolunda öldürülenlerin kul borcu hariç her şeyi bağışlanır.”[17]



_ Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre’den Nebi (u)’in şöyle dediğini rivayet ettiler:



تَضَمَّنَ اللَّهُ لِمَنْ خَرَجَ فِي سَبِيلِهِ لا يُخْرِجُهُ إِلا جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَإِيمَانًا بِي وَتَصْدِيقًا بِرُسُلِي فَهُوَ عَلَيَّ ضَامِنٌ أَنْ أُدْخِلَهُ الْجَنَّةَ أَوْ أَرْجِعَهُ إِلَى مَسْكَنِهِ الَّذِي خَرَجَ مِنْهُ نَائِلاً مَا نَالَ مِنْ أَجْرٍ أَوْ غَنِيمَةٍ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ مَا مِنْ كَلْمٍ يُكْلَمُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ إِلا جَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَهَيْئَتِهِ حِينَ كُلِمَ لَوْنُهُ لَوْنُ دَمٍ وَرِيحُهُ مِسْكٌ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَوْلا أَنْ يَشُقَّ عَلَى الْمُسْلِمِينَ مَا قَعَدْتُ خِلافَ سَرِيَّةٍ تَغْزُو فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَبَدًا وَلَكِنْ لا أَجِدُ سَعَةً فَأَحْمِلَهُمْ وَلا يَجِدُونَ سَعَةً وَيَشُقُّ عَلَيْهِمْ أَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنِّي وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَوَدِدْتُ أَنِّي أَغْزُو فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَأُقْتَلُ ثُمَّ أَغْزُو فَأُقْتَلُ ثُمَّ أَغْزُو فَأُقْتَلُ “Allah, evinden ancak Allah yolunda cihad için çıkan kimseye kefil olmuştur. O kimse evinden Allah’ın; yolunda cihad edenleri cennete koyacağına ya da sevap ve ganimetten elde ettiğini elde etmiş olduğu halde evine döndüreceğine dair sözünü tasdik ederek çıkmıştır. Muhammed’in canı elinde olan yemin olsun ki; Allah yolunda alınan bir yara yoktur ki, ilk meydana geldiği şekli ile, rengi kan rengi, kokusu da misk kokusu olduğu halde Kıyamet Gününde çıkıp gelmesin. Yine Muhammed’in canı elinde olana yemin olsun ki, mü’minlerden bir takım erkekler, ben savaşa çıktığım halde kendileri istemeyerek benden geride kalmasalardı ve ben onları taşıyacak binek bulamıyor olmasaydım, Allah yolunda savaşan hiçbir seriyeden geri kalmazdım. Muhammed’in canı elinde olana yemin olsun ki, Allah yolunda öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra yine öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra yine öldürülmemi arzularım.”[18]







--------------------------------------------------------------------------------



[1] Müslim, K. İmârat, 3538



[2] Müslim, K. İmârat, 3539



[3] Müslim, İmârat, 3524



[4] Müslim, K. İmârat, 3525



[5] Müslim, K. İmârat, 3497



[6] Müslim, K. İmârat, 3527



[7] Ali İmran: 169-171



[8] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Mükessirîn, 13674



[9] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. El-Ensâr, 22549



[10] Ebu Davud



[11] Tevbe: 111



[12] Müslim, İmârat, 3520



[13] Ali İmran: 169-171



[14] Bakara: 154



[15] Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2606



[16] Müslim, K. İmârat, 3498



[17] Müslim, K. İmârat, 3499



[18] Müslim, K. İmârat, 3484

Tokat'ta Şehit düşen Mehmetciklerimize son görev...

Tokat Reşadiye'de şehit olan 7 asker için bugün cenaze töreni düzenlendi. Tokat halkı da şehitleri uğurlamak için toplandı; teröre lanet yağdırdı.


Sel yıktı ama şehide dokunmadı

Aşırı yağışlarla gelen sel, mezarlıktaki heryeri talan etti ama bir tek şehit mezarına dokunmadı.



Balıkesir'in Gönen İlçesi'ne bağlı Dereköy'de sel köy mezarlığını yok etti. Mezar taşlarının kilometrelerce sürüklendiği mezarlıkta tek bir mezarın sağlam kaldığı görüldü. Başındaki bayrağın bile durduğu mezarın bir şehide ait olduğu öğrenildi.



Geçtiğimiz Çarşamba günü şiddetli yağmur sonrası oluşan sel, dere kenarındaki köyde bir kişinin ölümüne, köy mezarlığının ise yok olmasına sebep oldu. Selin yıktığı köy mezarlığında sadece bir mezarlık ayakta kaldı. 1995 yılında Hakkari'nin Çukurca ilçesinde şehit olan 1974 doğumlu Jandarma Çavuş Ercan Coşkun'a ait olan mezarlığın başındaki Türk bayrağı bile selden etkilenmedi.



Eşini geçtiğimiz yıl kaybettikten sonra tek başına yaşamaya başlayan 55 yaşındaki Şehit babası Ethem Ruhi Coşkun, oğlunun mezarı dışındaki tüm mezarların selde yıkıldığını söyledi. Coşkun, "Sel, kocaman blokları, ağaçları söküp götürüyor. Şehit mezarı ve bayrak diğeri burada, bayrağı buradaydı. Aldım bayrağı yıkadım yerine koydum. Birde mezarın mermerini sildim." dedi.



Şehidin annesinin mezar taşını dere kenarında bulduklarını hatırlatan köyün eski bekçisi Esat Engin ise, "Gördüğünüz gibi bu mezarlar böyle bahçe kısmına doğru gelmiş. Mezar taşları sağa sola yayılmış. Fakat Allah'ın hikmeti ki, Ercan kardeşimizin mezarı bayrağına varıncaya kadar duruyor. Allah tarafından kardeşimize bir şey gelmiş ki, kardeşimiz sapsağlam kalmış. Mezar taşında dahi bir leke yok. Bu olayı duyan vatandaşlar köye geliyor. Hatta şehidin askerden arkadaşları bile buraya gelerek mezar başında dua edip gidiyorlar." diye konuştu.

Çanakkale Şehidlerine

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,



- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,



Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"



Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!



Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.



Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Osrtralya'yla beraber bakıyorsun; Kanada!



Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.

Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.



Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da zuldür bu rezil istila...



Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,



Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,



Maske yırtılmasa halâ bize affetti o yüz...

Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.



Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.



Öteden saikalar parçalıyor afakı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;



Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.



Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,

Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.



Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...



Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.



Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.



Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,

Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.



Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!



Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?



Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?

Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.



Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;



Bu göğüslerse Huda'nın ebedi serhaddi;

"O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme" dedi.



Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.



Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,



Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!



Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.



Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i...

Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.



Sana dar gelmeyecek makber'i kimler kazsın?

"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.



Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...

Seni ancak ebediyetler eder istiab.



"Bu, taşındır" diyerek Ka'be'yi diksem başına;

Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;



Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;



Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;

Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsan oradan;



Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,



Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;



Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.



Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin'i,



Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...

Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,



O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;



Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...



Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif'in Şiir Gücü ve "Çanakkale Şehitleri'ne" Şiirin Tahlili / Yağmur

Mehmet Akif ERSOY, Türk Edebiyatına ve Türk insanın kalbine şiirlerinden önce belki de karakteriyle girmiş tek şairimizdir. Bu onun şiirlerinin zayıflığından değil, karakterinin güçlü olmasındandır. "M. Akif yakın devir siyasi tarihimizde de, edebiyat tarihimizde de en çok bahsedilen şairlerimizin başında gelir. Hakkında kitap halinde yüze yakın çalışma vardır. " 1 Safahat baştan sona Akif'in hayatından ve Türk insanının gerçekleriyle örülmüş canlı hayat tablolarıyla doludur. M. Akif bir İslamcı şair olarak, zühd içindeki bir derviş değil, hayatın ve gerçeklerin içinde, tam ortasında mücadele eden, bağıran, kendini ortaya koyan toplumcu bir şair, bir dava adamıdır. Devrinin sosyal-siyasi yapısı, onun şiirlerinde büyük yer tutar. "Türk edebiyatında onun kadar içinde yaşadığı devri, bütün teferruatı ile gören ve gösteren başka bir şair yoktur denilebilir. Safahat, adeta muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, halihazır, hayat, hakikat hemen hemen herşey Akif'in duyuş ve görüş sahnesine girer. Ve bunu yalnız şiirle değil, bütün ifade vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar, portreler çizer, hikayeler söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici, hamasi, lirik, hakimane her olayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın da kendisi yapar."2


Biz burada M. Akif'in şahsiyeti ve sanat anlayışı üzerinde uzun uzadıya durmayacağız. Amacımız, Safahat'ın içinde ruh ve ses itibarıyla lirik-epik bir hayat taşıyan, şiir tekniği bakımından da diğerlerinden ayrılan "Çanakkale Şehitlerine" adlı şiirin dünyasına girerek onu tahlile çalışmak.



"Çanakkale Şehitlerine" Safahat'ın 6. kitabı olan Asım'da yer alır. Asım, muhavereli bütün bir manzum hikayedir. Şiirde başlıca dört kişi vardır: Hocazade (M. Akif), Köse İmam (M. Akif'in babasının talebelerinden Ali Şevki Hoca), Asım (Ali Şevki Hoca'nın oğlu), Emin (Akif'in oğlu). M. Akif özlediği, idealize ettiği gençliği Asım'la sembolleştirir:



"Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek."



"Çanakkale Şehitlerine" şiiri Akif'in, Asım'ın sonuna doğru Hocazade'ye söylettiği lirik-epik bir manzumedir. Bir muharebe sahnesinin tasviriyle başlayan parçada, düşmanın hem sayıca çokluğu, hem de biraraya gelmiş milletlerin ve kavimlerin çeşitliliği karşısında Mehmetçiğin kahramanlığı devleşir. Batı'nın yirminci asırda medeniyet adına yaptığı zulüm ve işkence tabloları çizilir. Nihayet, bu savaş sahnelerinin asıl kahramanına sıra gelmiştir. Akif, bu kahraman iradesini, gücünü ve bu irade ile gücün ilahi kaynağını tasvir ettikten sonra, şehadet faslına gelir. Şair, şiirinin bu kısmında sanatının bütün ustalığını göstererek harikulade mukayeseler, teşbihler yapar. Bu sanat oyunlarıyla şehit tebcil edilir, yüceltilir. Bunlardan birkaçını burada zikretmek istiyoruz. Bu hususta Akif şöyle der:



"O rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar."



Bir tarafta rüku vardır. Yani Cenab-ı Rabbü'l-alemin'in huzurunda baş eğmek, teslimiyet göstermek... Öte yanda insanın bunun dışındaki değerlere veya başka insanlara başeğmesi. Akif bize bir insan çiziyor ki, Tanrı'nın dışında hiçbir şeye başını eğmeyecek, hiçbir kuvvetin karşısında kendini ezdirmeyecektir.



"Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhidi.

Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi."



M. Akif'e göre Çanakkale'de şehit olanların kanı, Tevhid'i, Allah'ın birliği inancını, yani İslam'ı kurtarmıştır. Bu şehit, bu sıfatıyla da Bedir Gazasına katılanlarla mukayese edilmiştir. Bu, çok dikkate şayan bir teşbihtir. Çanakkale şehitlerinin Bedir kahramanlarıyla bir tutulması, hatta ancak sıfatıyla daha üstün gösterilmesi, öyle inanıyorum ki, yalnız Akif gibi, kendisini İslam mefkuresine adamış bir şairin diline yakışabilirdi. Bedir'de şehit ve gazi olanlar da, Tevhid'i, İslam akidesini kurtarmışlardı. Öyleyse Çanakkale muharebeleri de asrımızdaki büyük İslam dünyasının Bedr'i gibidir. Akif'in İslam birliği idealinin, milliyetçilikle çatışmayan bir terkibe giden düşüncesinde bu duygunun önemli bir rolü vardır. Çünkü Birinci Dünya Savaşı yıllarında, İslam dünyasında, ayakta, tam manasıyla müstakil, tek İslam devleti, hemen hemen Osmanlılardan ibaretti. Osmanlı, İslam'ın son kalesi idi. Çanakkale'de, Osmanlı'nın son kalesi. Öyleyse Osmanlı'nın Çanakkale'de direnme gücü, Türk'ün kurtuluşu ile beraber İslam dünyasının da kurtuluş müjdesini taşıyordu. Onun için Çanakkale şehitleri Bedir şehitleri kadar mukaddestir, mübarektir, şanlıdır.



İşte o dönemde İslam dünyasının da tek ümidi olan Türk milleti bu kudretini Çanakkale'de göstermiştir.



"Gömelim gel, seni tarihe desem sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap;

Seni ancak ebediyetler eder istiab."



Bu mısralarda da mukayese terazisinin bir tarafında Çanakkale'nin şehidi, öbür tarafında bütün bir tarih vardır. "Herc ü merc ettiğin devirler" ifadesiyle Akif'in, şehidi sadece İslam askeri olarak değil, bir Müslüman Türk askeri olarak değerlendirdiği açıktır.



Daha sonra Akif, bu şehit için bir abide mezar yapar. Gökyüzü bu şehidin lahit örtüşüdür, tavanı nisan bulutudur. Kandilleri Ülker Yıldızıdır. Geceleyin türbedarı mehtaptır. Türbenin avizesi güneştir. Şehidin kefeni, akşamın alacakaranlığıdır. Şair, adeta bütün bir kainattan kurulmuş mezarı da kafi görmeyip:



"Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana." mısrasını söyler. Ancak bu hayali türbe tasvirinin başına eklememiz gereken, daha da mühim bir unsur vardır:



"'Bu taşındır' diyerek Kabe'yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;"



Bu mısralar, yine İslam idealinin şairi sıfatıyla Akif'in dilinde büyük ehemmiyet taşır. Bir şehit ki, onun başına bütün İslam dünyasının kıblegahı, kalbi demek olan Kabe-i Muazzama, mezar taşı olarak dikiliyor. Ve yine bir şehit ki, o mezar taşının kitabesi, şairin ruhunun vahyi olacaktır.



Bütün bu mukayesenin, hiç şüphesiz sanatkar mübalağası da taşıyan bu benzetmelerin ışığı altında, şiirdeki başka bir mukayeseyi daha izah etmek istiyoruz. Bu destan şiirinin mısraları arasında Akif şunu da söyler:



"Yaralanıp temiz alnından uzanmış yatıyor.

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!"



Aslında yukarıdan beri izah ettiğimiz mukayese, mübalağa ve teşbihlerde, şairin felsefesini bu son iki mısrada topladığını görebiliriz. Burada da bir tarafta hilal vardır; öbür tarafta güneş. Akif bu mısrada önce, eski edebiyatımızda adına hüsn-i talil denilen bir edebi sanata başvurmuştur. Malumdur ki, yeni ay yani hilal, ancak güneşin batışına doğru görülebilir. Öyleyse hilalin görülebilmesi için, güneşin batması gerekir. Mısrada bu hüsn-i talil, bir istiareyle birlikte kullanılmıştır. Hilalle kastedilen bayrağımızdır ve İslam'ın sembolüdür. Güneş ise burada Türk askerini temsil etmektedir. Hilalin yani bayrağımızın ve İslam'ın yücelmesi için, güneşin batması, askerin şehadet mertebesine erişmesi gerekmiştir. Burada şiir dilinin ve şiir sanatının harikulade ustalığı yanında, asıl beşeri bir düşünce üstüne dikkati çekmek istiyoruz. Bir kıymet hükmü olarak güneş, daima aya üstün tutulmuştur. Güneş her zaman daha kudretlidir, ışığı kendindendir, sıcaktır, hayat vericidir vs. Ay ise varlığını da ışığını da güneşe borçludur. Bu kıymet hükmü üzerinedir ki, şair çizdiği tablo karşısında 'Ya Rab!' ünlemiyle hayretini, şaşkınlığını ifade etmiştir:



"Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!"



Yani, olacak şey midir, bir hilal uğruna güneşler batsın! Bu mısra ile Akif'in bütün bir insan görüşü, insana verdiği değer ortaya çıkar. Hilalin temsil ettiği din, yüce ve ulvi bir inanç sistemidir ve hiç şüphesiz bu inancın uğruna şehit olunur. Fakat din de nihayet insanlar içindir. "3



Şiire genel yapısı itibarıyla bakıldığı zaman, sırasıyla, Çanakkale Savaşı'nda, Batı dünyasının Türk milletine olan saldırısı, Batı'nın medeniyet adına işlediği cinayetler, Türk askerinin cesareti, imanı, inancı, kahramanlığı ve nihayet şehit oluşu ile, şairin şehitler için düşündüğü tabiat unsurlarından mükerrep muhteşem türbenin lirik bir dille tasvir edilişi görülür. Özellikle şairin, "Yine de birşey yapabildim diyemem hatırana" sözleriyle, yetersiz gördüğü bu muhteşem türbe tablosunda, itibari alemin, müşahhaslaştırılmaya çalışıldığına, şahit oluruz. Zaten M. Akif hayalle uğraşmaz, onun işi gerçekle, müşahhasla, eşyanın ve tabiatın bizzat kendisiyledir.



Şiir M. Akif'in pek çok şiirinde olduğu gibi olay anlatımına dayanmaktadır. Çanakkale savaşı şiire bir atmosfer getirerek hakim olmuştur. Tasvirler, savaş anlarının tabloları, oldukça canlıdır ve yer yer bu tasvirler söyleyiş gücü ve teknik bakımdan mükemmelliğe ulaşır:



"Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer..."



Söyleyişler o kadar canlıdır ki, insanı saran, savaş ortamının bütün dehşetini hissettiren bir tarza ulaşmıştır. Seçilen kelimeler, kafiyeler, ses özellikleri savaş mısralarıyla bütünleşmiş gibidir.



Şiirin ilk bölümünde Çanakkale Boğazı'nı saran düşman güçleri, ikinci bölümde bu düşman güçlerini oluşturan milletlerin çeşitliliği ve bunların acımasızlığı, üçüncü bölümde düşmanın çok güçlü silahlarına karşı kahramanca mücadele eden Türk askerinin kararlılığı, dördüncü bölümde yurdunu korumak için can veren insanların şehitlikle müjdelenişi ve finalde:



"Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber..."



mısralarıyla şehitlerin ödül olarak Hz.Muhammed (s.a.s)'le birlikte olacakları dile getiriliyor.



Daha önce de söylediğimiz gibi 'Çanakkale Şehitleri' Safahat'ın altıncı kitabı olan Asım'dan bir parçadır ve bütünle bir uyum teşkil etmektedir. Asım bilindiği gibi idealize edilen bir gençlik tipidir Akif'te. Akif bu nesle "Asım'ın nesli" der ve bu duygu ve ideal sistemi, şiirde önemli bir yer tutar. "Asım'ın Nesli": İnançlı, imanlı, vatansever, güzel ahlaka sahip, milliyetçi, kafasını Garb'ın ilmiyle, fenniyle ve tekniğiyle donatmış, gönlünü ve kalbini Doğu'nun inancıyla, ruh zenginliğiyle süslemiş bir 20. yüzyıl Müslüman Türk gencidir. M. Akif böyle idealize ettiği ve yücelttiği bir tiplemeyi, Çanakkale'de şehit olanlarla da özdeşleştirir:



"Asım 'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek."



diyerek Asım'ın neslinin Çanakkale'de düşmana karşı nasıl bir destan vücuda getirdiğini, nasıl devleştiğini, hatta "Bedr'in Arslanları"nın mertebesine ulaştıklarını ifade eder. Onları destanlaştırır. Cenab Şehabeddin, onu asrın değil, tarihimizin en büyük destan şairi olarak görür.4



Çanakkale'de bir zulüm yaşanmaktadır. Teknik bakımdan çok üstün olan Avrupa medeniyeti "en kesif" ordularıyla ufacık bir karaya sarılmıştır. Bir dengesizlik, bir vahşet var ortada. "Zulümü alkışlayamam, zalimi asla sevemem," diyen M. Akif bu "hayasızca tahaşşüd karşısında" nefret ve tiksinti içindedir. Artık maske düşmüştür. Medeni denilen Avrupa'nın ve medeniyetin gerçek yüzü görülmüştür. Cepheler açıkça belli olmuştur. Çanakale Savaşı sadece maddi savaş değildir. Savaştan öte anlamları olan, yılların birikimi, yılların hesaplaşmasıdır: Doğu ile Batı'nın, Hilalle Haç'ın, Avrupa ile Asya'nın, ehl-i İslam ile ehl-i salibin hesaplaşması...



Bu hesaplaşmada, batıl değil hak galip gelmiştir. Ve "Asım'ın nesli", son ehl-i salibin savletini kırmıştır.



Asım bilindiği gibi idealize edilen bir gençlik tipidir Akif'te. Akif bu nesle "Asım'ın nesli" der. Ve bu duygu ve ideal sistemi, şiirde önemli bir yer tutar. "Asım'ın nesli": İnançlı, imanlı, vatansever, güzel ahlaka sahip, milliyetçi, kafasını Garb'ın ilmiyle, fenniyle ve tekniğiyle donatmış, gönlünü ve kalbini Doğu'nun inancıyla, ruh zenginliğiyle süslemiş bir 20. yüzyıl Müslüman Türk gencidir. M. Akif böyle idealize ettiği ve yücelttiği bir tiplemeyi, Çanakkale'de şehit olanlarla da özdeşleştirir: "Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek."



M. Akif, Çanakkale Savaşı'nı destanlaştırırken önce de belirttiğimiz gibi muhteşem bir tablo çizer. Yalnız onun çizdiği tablo canlı ve hareketlidir, müşahhastır. Bu tablolar ne Tevfik Fikret'in santimental havada oluşturduğu kuru resimlere, ne de Ahmed Haşim'in "O Belde" de çizdiği hayali, gölgeli ve flu manzaralara benzer. Durgun değil hareketli, itibari değil müşahhas, hayali değil gerçekçidir. Savaşın dehşetini ayrıntılara inerek verir:



"Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere sağanak sağanak."



"Akif'in bütün şiirlerinde bir hareketlilik vardır. Akif, hayatı Fikret ve Cenab gibi pencereden seyretmez. Sokak sokak dolaşır." 5 Onun şiirlerinde İstanbul'un Müslüman semtlerini, Fatih'in bakımsız sokaklarını bütün çıplaklığıyla buluruz.



"Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil

Ne kadar gözdesi mevcud ise hakkiyle sefil"



mısralarıyla M. Akif Batı insanının, Avrupalı'nın gerçek yüzünü ortaya koyar. Kafiye olarak kullandığı için daha da dikkati çeken ve birbirine zıt mana taşıyan "asil" ve "sefil" kelimeleri Avrupalının dış görünüşü ile iç yüzünü ortaya koyar. "O asil görünen mahluk, görüntüdeki asilliği derecesinde, o nisbette sefildir. Yüzsüzdür:



"Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.

Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz...

Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz."



Avrupalı'nın gerçek yüzünü böyle tesbit eden M. Akif, Müslüman Türk insanını da, "Huda'nın ebedi serhaddi" olarak görür ve gösterir:



"Bu göğüslerse Huda 'nın ebedi serhaddi;

"O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme!" dedi.

Asım 'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek."



M. Akif'in Müslüman Türk insanına, daha geniş manada inanan insana güveni sonsuzdur. İnsanların göğsündeki iman, ona göre kainatta zaptedilemeyecek tek kaledir. M. Akif'le aynı devirde yaşayan son dönem İslam alimlerinden Bediüzzaman: "Hakiki imana sahip olan insan, tek başına kainata meydan okur." diyor. Aynı inanç ve teslimiyeti M. Akif'te de görürüz:



"Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?

Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkam."



Şiirin tamamında, canlı tasvirlere, savaş sahnelerine ve Çanakkale'de şehit düşenler için düşünülen muhteşem türbenin şairane tasvirlerine yer veren M. Akif, hızlı bir ritm, lirik bir söyleyiş yakalamış, yer yer bu söyleyiş doruğa ulaşmış, heyecan artmış:



"Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müthiş tipidir Savrulur enkaz-ı beşer..."



Yer yer lirik söyleyiş, epik unsurlarla birleşerek destanlaşmış:



"Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar...

O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,

Yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor:

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer."



Yer yer de M. Akif kendini şairanelikten alamamış, adeta kendini şiirin büyüsüne bırakarak muhteşem bir türbe tasviri yapmıştır:



" 'Bu taşındır' diyerek Kabe'yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da rida namiyle,

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecri ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana."



Yukarıda gösterdiğimiz mısralar, tam bir vecd halinde söylenmiş gibidir. Bu bölümler teknik bakımdan da şiirin en kuvetli bölümleridir. Genellikle şiirlerini mantığıyla yazan şair, buralarda kendini kalbinden gelen ilhama bırakmış gibidir.



"Süleyman Nazif, M. Akif'in "Asım" adlı eserinde Çanakkale Şehitleri için söylediği mısraları okuyunca, kendini tutamaz:



- Yarabbi!.. Şair bu mısraları senin ilham semalarından birer birer yeryüzüne indirirken, ruhu, kim bilir heyecandan ne kadar sarsılmış; dimağı, kalbi, asabı ne kadar yıpranmış... ve ne kadar harab olmuş!.. Onun yazdıklarını biz yalnız okurken bu kadar titredik ve sarardık.



Senin düşmanlarına ve düşmanların merhametsizce yağdırdıkları ateş ve ölüm tufanlarına çıplak göğüslerini açıp da, sana bu yoldan kavuşmuş şehitlerin gibi, duygu ve heyecanın, dayanılmaz, yaşanılmaz çarpıntılarına kendi ruhunu, vecidle, aşkla, arz ve kurban eden şairin ne büyüktür!., diye haykırır. "7



Bu şiirinde M. Akif, Safahat'ındaki manzum hikaye tarzındaki şiirlerinden tamamen farklı bir söyleyiş ve ifade tarzı ortaya koyarken, yukarıda belirttiğimiz mısralarda teknik, estetik ve muhteva bakımından çok güzel bir söyleyişe ulaşmıştır. Bunu gerçekleştirirken dil anlayışından uzaklaşmış, bazı Arapça ve Farsça kelimelere yer vermekle beraber genel olarak sade bir dil kullanmıştır. M. Akif edebiyat hakkındaki bir yazısında: "Sade dil bizim için asıldır. Ne zaman bu asıldan ayrı düşmüşsek, mutlaka muztar kalmışızdır. '8 der.



Daha önce de belirttiğimiz gibi şiir şekil olarak münferit değildir. Asım'dan bir bölümdür. Tamamı sekiz bölümden oluşmaktadır. Her bölümün mısra ağırlığı farklılık gösterir. Kafiye ölçüsü sağlam ve "aa, bb, cc..." şeklinde mesnevi tarzındadır. Ölçü olarak M. Akif'in her zaman kullandığı aruz ölçüsü kullanılmıştır:



Feilatün/Feilatün/Feilatin/Feilün (Fa'lün).

Genellikle zengin kafiye kullanılmış:

eşi/beşi Marmara'ya/karaya

beşer/mahşer rengarenk/denk

Kısmen de tam kafiyelere yer verilmiştir:

karşında/Kanada kümesi/kafesi

taşlar/başlar yatıyor/batıyor



M. Akif kafiyelere hem teknik bakımdan hem de muhteva bakımından oldukça önem vermiştir. Şiirde vurgulamak istediği kavram ve kelimeleri kafiye olarak kullanmış ve bu kelimelere böylece dikkat çekmiştir:



"asil-sefil" (Avrupalı'nın dış görünüşü ile iç yapısını belirtirken)



"bela-istila", "heyhat-cihat", "makber-peygamber"



M. Akif, bu şiirinde "anlama bağlı olarak, şiir sanatının vezin, kafiye, ses, ahenk, şiir sentaksı ve imajlarından yararlanır. "9 Ölüm imajı, şiirin genelinde kendini ağırlıkla hissettirir. Fakat ölüm, alışılagelmiş imajının dışında, burada, korkulacak, kaçılacak bir kavram değil bir ödüldür:



"Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,

'Gömelim gel seni tarihe desem' sığmazsın.

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber..."



Sezai Karakoç buradaki ölüm ve gömülmeyi başka bir açıdan yorumlar: "Belki bir gömülme olayıdır ama, dünyanın en yiğitçe ölümünden sonra elbette. Hatta bir dirilişe gebe bir ölümle." 10



Sonuç olarak, şiir, sanat değeri ve estetik bakımdan ele alındığında, M. Akif'in kendine has o manzum hikayeciliğinin dışında, oldukça yüksek ve sanat taşıyan bir değer olarak karşımıza çıkar. Adeta şairin, şiir gücünü kanıtlayan bir mücessem örnek oluşturur. Mehmet Kaplan'ın da söylediği gibi alelade bir dille ve sanat gücüyle bir eser, böylesine abideleştirilemez: "Çanakkale manzumesinde Akif, Çanakkale Savaşı'na derin bir mana vermiş, Avrupalı'nın insanı yok eden maddi medeniyeti karşısında Mehmetçikle tecelli eden Türk-İslam ruhunun yüceliğini ortaya koymuştur. Onun bu manayı ifade edişinde, sanat gücünün büyük rolü vardır. Alelade bir dille bu mana, bu kadar ihtişamlı bir şekilde anlatılamazdı."11 Aynı görüşü Nihad Sami Banarlı bir başka şekilde ifade etmektedir: "Burada ehemmiyetle hatırlanmalı ki, bu kudretli şairi, yalnız manzum hikayeleri, muhavereli manzumeleri ve manzum vaazlarıyla tanıyanlar ona, sadece kuvvetli bir nazım olmaktan daha üstün bir paye vermek istememişlerdir."12 Oysa gerek Çanakkale şehitleri için yazdığı şiirinde, gerek Bülbül'de, gerekse Safahat'ın sonunda yer alan bazı şiirlerinde M. Akif, usta bir şair, güçlü bir sanatçı olduğunu ortaya koymuştur.



"Mehmed Akif'in son Safahat'ında yer alan üç şiir (Gece, Hicran, Secde) onun bambaşka bir yönünü ortaya çıkarır. Bütün hayatı boyunca şairliğini, sanatkar tarafını, toplumun uğruna geri plana atan M. Akif bu şiirlerinde gerçek şiir karakteriyle karşımıza çıkar.



Şiirden kaçan şair, memleketinden kendini sürgün etmek zorunda kaldıktan sonra, şiire yakalanmaktan da kurtulamamıştır adeta:



Evet, M. Akif "önce inanmış adam"dı. Bu sıfatı önce gelmek kaydıyla şairdi, düşünürdü veya başka özellikleri olan biriydi. İnanmışlığı, yani birinci vasfı olan şiirini, şairliğini, hayatını, yaşayışını, şahsiyetini etkilercesine etkilemişti. Şiiri tebliğ için, telkin için, düşünce için, toplumu iyiye götürmek için bir amaç saymıştı M. Akif. Kendi yüksek şiir kudretinin ihtirasını toplum dertlerinin önünde tutsaydı, şüphesiz şiirde, şairlikte daha büyük muvaffakiyetler kazanırdı. Ama o mü'mindi, halkı en dertli günlerini yaşıyordu, halkının dertlerini duyan bir muzdarip olmayı tercih etti."13



DİPNOTLAR

1- Prof. Dr. M. Orhan OKAY, Mehmed akif-Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Ank., 1989, s.3

2- Mehmet KAPLAN, "Süleymaniye Kürsüsünden Bir Parça ", Şiir Tahlilleri 1, İstanbul

3- Prof. Dr. M. Orhan OKAY, Mehmed akif-Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Ank., 1989, s. 114-119

4- Mehmet KAPLAN, "Çanakkale Savaşı", Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 2, İst., 1987.

5- a.g.e.

6- a.g.e.

7- Nihad Sami BANARLI, Kültür Köprüsü, İst., 1985, s. 309

8- M. Ertuğrul DÜZDAĞ'ın kaleminden İslam Şairi, 15 Aralık 1994 tarihli Zaman Gazetesi

9- Yrd. Doç. Dr. Hüseyin TUNCER, "Mehmed Akif, Meşrutiyet Devri Türk Edebiyatı, İzmir, 1994

10- Sezai KARAKOÇ, Mehmed Akif, İst., 1974, s.23

11- Mehmet KAPLAN, "Çanakale Savaşı", Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, İst., 1987

12- Nihad Sami BANARLI, "Mehmed Akif ERSOY'', Resimli Türk Edebiyatı Tarihi,

13- D.Mehmed DOĞAN, Camideki Şair - Mehmed Akif, İst., 1989, s. 11